28 Aralık 2011 Çarşamba

HİNDİSTAN'DA ÖĞRETİLEN 4 KURAL


İlk kural : " Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun
anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza
çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere
götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

İkinci kural : "Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek
olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey y...aşadığımız şeyi
değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı
bile değiştiremeyiz. 'Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı' gibi bir cümle
yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek
olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz
ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız
her olay,mükemmeldir."

Üçüncü kural : " İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey
doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler
olmasına hazırsak,o da başlamaya hazırdır.

Dördüncü kural: "Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir.
Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu
yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun
bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir." Kendine iyi bak. Tüm
kalbinle sev. Sonuna kadar hayatın tadını çıkar. Hayattındaki her gün
bir hediyedir,kıymetini bil.
Yazacak anlatacak cok sey birikti, Istanbul bekle beni dolu dolu geliyorum ;))

13 Aralık 2011 Salı

ELDE VAR BİR :)

    ''Gençliğin verdiği hızdan olsa gerek'' demek isterdim, geçen zamanın farkına varmama sebebime. Ama ne yazık ki nasıl geçtiğini anlamadığım zaman, bir koşuşturmanın ve hengamenin içinden geçerek kah tükenip kah anlam bularak  gidiyor. Yaklaşık 4 ay olacak şu soğuk kuzey ülkesine geleli. Burası benim için bambaşka bir dünya oldu. Buradan memlekete döndüğümde özümde aynı ama farklı bir Ebru'yu Türkiye'ye götürüyor olmaktan son derece memnun olacağım. Cesaretin, özgüvenin, başarının, hayallerin, sevginin,dostluğun,arkadaşlığın tavan yaptığı bir dönemdi. Buraya gelirken yaşayacağımı az çok tahmin ettiğim sıkıntılar, daha fazlası, şanssızlıklar, üzüntüler, gözyaşları... oldu elbetteki  her günüm gecem mesut bahtiyar olmadı ama bunlardı zaten beni değiştirenler.
       Kendimi bildim bileli tüm insanları tüm canlıları, dünyayı sevmeyi öğrettim kendime. Bu sevginin karşılığı  bazen tek bir insandan geldi bazen çok daha farklı bir yerden başarı olarak. Nedense canımı yakan başarısızlıklarım yok denecek kadar az ama diğer taraftan insanlar karşısındaki başarısızlıklarım canımı hep çok yaktı.  Ateş düştüğü yeri yakar demişler ya kimi zaman öyle yerinde, öyle anlam buluyor ki bu cümle çok fazla söze yer bırakmıyor. Şimdi tüm iyi kötü yaşadıklarımın ardından ; 4 aydan sonra elinde ne var Ebru? bu soruyu sormanın zamanıdır artık.
      Buraya gelişimin bana kattığı akademik gelişmleri bir kenara bırakacağım bu yazımda. Öğrendiklerim, tecrübe ettiklerim , hayalllerim ve planlarımdaki değişiklikler, belirsizlikler hepsi bir yana asıl anlatmaya çalışacağım farklı gelişmeler olacak.
       Geldiğim ilk günden itibaren farklı kültürden insanlarla aynı şeye gülebilmenin keyfine varmak inanılmaz güzel bir duygu. Aynı şekilde bir yemek masasında Van'da yaşanan deprem için herkesin aynı içtenlikle üzüntüsünü paylaşmasına şahit olmak da... Bu dünya insanı olduğunu hatırlatıyor insana. Ve dünya insanı olabilmek gerçekten de bu şekilde anlaşılıyor, acıyı ve sevinci Dünya'nın farklı topraklarında gelip aynı masanın etrafında aynı içtenlikle paylaşabilmesiyle....
       Kazandığım en büyük şey arkadaşlıklarım,onların sohbetleri ve paylaştıklarımız şüphesiz. Diğer taraftan, çok değil kısa bir süre sonra benim için artık  sohbeti ve paylaşımı mümkün olmayacak olana üzülmeye başladım. Üzülüyordum çünkü ben paylaştıklarımız ve mutluluklarımız adına mücadele ederken ,en başta da dostluğumuz için, kılını kıpırdatmamayı seçmesine üzülüyordum. Sonra aslında onun nasıl bu kadar bencil ve sevimsiz olabildiğine üzüldüğümü fark ettim aslında fark ettiğim ve üzüldüğüm bu bencilliği nasıl görememiş olmamdı.Neyse mevzu bu değil şimdi. Buradaki arkadaşlarımın,beni anlamayacaklarını hissederek ,yabancu bir dille anlattıklarım karşısında  dahi üzüntüme ortak olduklarını gördükten sonra, meselenin  sözle,dille alakası olmadığını kavradım. Mesele içten paylaşabilmekteydi.Kendin için istediğin iyiliği hayatındakiler için de isteyebilmekteydi mesele. İşte öğrenilenlerden biri buydu.
       Avrupa' lı insanların  kendilerine ne kadar güvendiklerini burada çok daha iyi anladım. Özellikle biz Türkler giyimimize, konuşmamıza, gösterişimize, saçımıza sakalımıza öyle anlamlar yüklemişiz ki böyle olmayan insanlara karşı ani bir tepkiyle yaklaşıyoruz. Biz de buraya geldiğimizde klasik bir Türk gibi davrandık ve saçı,sakalı ,eteği,kaşı gözü değişik olanlara bu dünya'dan değillermiş gibi baktık. Bizler Türkiye'de kimliğimizi dışa yansıtmanın tehlikeli olduğuna  ve  kendimizi hemen ''diğerleri''içinde bulacağımız korkusuyla gizlemenin hatta başkası gibi davranmanın öğütlendiği bir toplumdan gelip bu özgüven karşısında ancak kendi özgüvensizliğimizle yüzleşmiş olduk. Kendin olmanın sadece içsel bir kişilik geliştirme sözcüğü olmanın çok ötesinde olduğu, kendin olabilmenin, kendini yaratabilmek olduğunu anladım. Her insan bir hayatsa, hayatlar onların sahipleri tarafından şekillendirilmeliydi . Bizler daha orta okul sıralarındayken bir şeylerin değiştirilebileceğine olan inancın heyecanıyla mitinglere koşarken, burada insanlara siz bir şeyleri değiştirebilirsinizin gücü öğretilmiş durumda. Biz Türkiye'de bir şeye karşı olmanın haklı gururuyla mücadele verirken burada bu gurur gerçekten anlam buluyor, çünkü değişim onlarla geliyor. Bu konuda yazılacak bir solu laf var ama biz yine de uzun lafın kısası diyelim ; burada kendine güvenle yürümek zorundasın çünkü ancak o zaman buz tutmuş yüzeyde ayakta kalabiliyorsun ;))
       Şimdi sırt çantamı hazırlamış, evimden ve topraklarımdan çok uzakta, bir başka ülkeye gitmenin heyecanını yaşıyorum. Hayatın her gün biraz daha anlamlandığını hissetmek ve  peşimde izler bırakmak için farklı topraklara yol almak gerecek böyle. Hayat bana  aile özleminin dışında bir de vatan özlemi çekmeyi de uygun görmüş :) Ne sürgündeyim ne  de mülteciyim ama inanın topraklarıma olan özlemim en az onlarınki kadar anlamlı. İşte öğrenilen bir diğer nokta, her ne kadar sövsek  de bağırsak da çağırsak da, dışarıdan bakınca ülkeme, gördüğüm kocaman bir harikalar diyarı;  bin bir çeşit güzelliklerle donatılmış, bir diyar.....
       20 güne kalmaz Türkiye'ye gideceğim, özlem giderip , tekrar yola koyulacağım. İzler bırakmak için. İlk vatan özlemi, ilk vatana kavuşma....
İlginçtir ki birçok önemli karar da bu kavuşma sırasında gerçekleşecek benim için. Türkiye'de kalacağım günleri önemli kararlar almak için değerlendireceğim. Yapmak istediğim bir çok şey var, görmek konuşmak istediğim bir çok kişi . . . Şu dönemin yorgunluğunu bir o kadar da yorularak, elbette ki tatlı bir yorgunlukla sonlandırıyorum. Burada geçireceğim ikinci dönemin, nedendir bilmem çok daha güzel geçeceğine inanıyorum. Zor olacak ama güzel olacak, belki de güzelliği zorluğundadır ne dersiniz?
        Şimdi önümüzdeki Fransa macerasına odaklanma zamanı ...

Bu dönemin son gecesini geçirdiğim Falun'dan sevgilerle

Mcitamurunxi