26 Eylül 2011 Pazartesi

Uluslararası yemek gününden sonra uluslararası dil günü ( International Languages Day)


       Kısa bir aradan sonra tekrar yeni bir özel gün sebebiyle yazıyorum:) Bugünün anlam ve önemi şuydu;  birçok farklı ülkeden gelen öğrenciler bugün kendi ülkelerinin yemeklerini ve kültürlerini tanıttılar. Çok fazla katılımcı ülke yoktu ama bence yine de olabildiğince zengindi. Bayraklar, yemek kokuları, içecekler, fotoğraflar, süsler,çikolatalar,danslar  ve daha  aklıma gelmeyen birçok şeyle harmanlanmış güzel ve anlamlı bir gündü sanırım.
       Önceki gün heyecanla Falun sokaklarında Türkiye'ye has tadlar aramaya çıktık ve karşılaşıklarımız beklentimizden de fazlaydı:) Türk lokumu, baklava, yaprak sarma,helva, şehir merkezinde kurulan pazarda karşılaştığımız Adanalı pazarcılar sayesinde Nuh'un Ankara makarnası ve Marmarabirlik zeytinleri bile İsveç'in bu küçük şehrinde gördük.
      Bugünün menüsünü şöyle hazırladık:
-Kısır
-Ayran
-Yaprak sarma
-Ev ekmeği
-Helva
-Lokum

       Ayrıca elimizde bize has sayılacak ne varsa koyduk:) Yazma, Hemşin Patiği,Türk bayrağı,Trabzonspor forması:) Türkiye'nin çeşitli illerinden fotoğraflar, görmelerini isteyip de imkan kısıtlığından dolayı gösteremediğimiz bir çok şeyin de fotoğraf çıktısını alıp sergiledik. Arka fonda müziklerimiz de eksik değildi. (Tulum, zurna,ankara havası, sertap erener'e Eurovision'da birincilik getiren Everyway That i Can parçası ve Tarkanımız'ı da unutmadık elbette;)     )
Ayrıca kısa bir slaytla Türkiye ile ilgili kısa bilgiler hazırladık.
 
      Sonunda masamızı donattık, müziklerimizi çaldık ve ''Welcome to Turkey'' demeyi bekledik:) Gerçekten de masamıza beklediğimden de fazla ilgi gösterdiler.Zaten bir Çinlilerin birde bizim masamız oldukça zengin ve eğlenceliydi. Horon ve halayla da ilgiyi üstümüze çekmeyi başardık tabi ki de :))
Bu arada öyle hatırlıyorum ki okulda görevli olan bir kameraman ve muhabir bizimle röportaj yaptı.
      Avrupa'lıların çoğu ayranı biraz zorlanarak içti, bazıları çok beğenirken bazıları gerçekten beğenmedi:) Sanırım nasıl bize onların bazı yiyecekleri ağza atılmayacak kadar kötü geliyorsa onlara da ayranımız öyle geldi. Ama günün sonunda ayrandan da eser kalmadı, diğerlerinden de eser kalmadığı gibi.
Kısır ve yaprak sarmayı kapış kapış yediler. Yine aynı şekilde lokum ve helvayı da çok beğendiler. Ekmeği bizim yaptığımızı duyanlar da çok şaşırdı, ekmeğimiz de sevilerek yendi.
      Elbette  diğer ülkerin yiyeceklerinin de tadına baktık. İlk başta söylemek istediğim Çinlilerin çayları ! Yeşil çay ve papatya çayı hazırlamışlardı ve  tek kelimeyle harikaydı. 3 bardak Çin çayı içtim , gerçekten çok lezzetliydi.Ayrıca Çince harfleri yazmayı denemek isteyenler için geleneksek bir fırça ile kağıt koymuşlardı. Söylediklerine göre benim denemem gerçekten çok iyiymiş;)  Daha sonra adımı Çin harfleriyle yazdırdım onlara.
      Sonra Fransızların masasına geçtim ve onların peynirlerinin tadına baktım.Bunu da tek kelimeyle ifade edersem eğer, iğrençti !!! Yutamadım bile, çaktırmadan çöp kovasına doğru ilerledim...
       İtalyanlar çok lezzetli bir kanepe hazırlamışlardı; kızarmış ekmek üstüne domates,soğan,ton balığı ve özel bir sostan olan karışımı koymuşlardı onu da beğendim güzeldi.
      Almanlardan şekerli ekmek üstüne sürülmüş Nutella yedim:D Nutella burada çok pahalı hazır bulmuşken kaçırmayayım dedim ve tekrar gidip yedim :D
     Avusturya'dan gelen kızlar ise bir çeşit börek hazırlamışlardı, ama içindekiler hafif tatlı, mayhoştu. Sanki böreğin arasına elmalı turnanın üzerine hazırlanan karışımdan koymuşlardı. Beğendim onu da güzeldi.
    İsveç'lilerin masasına sadece yanaşmakla kaldım ilkinde çünkü onların yiyecekleri daha çok sos tarzında ve domuz etli ürünlerdi daha sonra İsveç köftesi dedikleri Köttbullar 'ın tadına bakayım dedim ama sanırım pişmemişti:S Yani İsveç  yemekleri sınıfta kaldı. Zaten Kuzey ülkelerinin yemek kültürü hiç geniş değildir hele İsveç'in bir elin parmağını geçmek özel yemekleri (hatta bence o kadar bile değil)
     Sonuç olarak şunu söylersem kesinlikle abartmış olmayacağım ; bizim yemeklerimiz  hepsinden çok beğenildi ve bir kere yiyen ilerleyen saatlerde tekrar gelip tekrar yedi. Ayrıca danslarımızla, neşemizle , zengin araç gereçlerimizle en çok eğlenen masa da bizdik:) Zaten Alman bir öğrenci de bu durumu teyit etti [ :) ]
     Masamızı toplarken Çin'li masa komşularımızı da davet ederek  son bir halay halkası oluşturduk.
Şimdi birkaç fotoğraf ekleyip, bugüne dair kalacak olan anılarıma bu yazıyı da eklemiş oluyorum.
Sevgiyle Kalın,
Mcitamurunxi



                         



















     

12 Eylül 2011 Pazartesi

International Dinner Day / Uluslararası Akşam Yemeği Günü :)

Merhabalar,
11 Eylül Pazar günü yani dün akşam , saat 20:00'da kaldığımız yurdun zemin katında ( BRITSEN-Gasken) harikaaa bir yemek şöleni yaşandı. Uganda'dan Çek Cumhuriyeti'ne , İspanya'dan İsveç'e kadar birçok ülkenin tatlılarını yemeklerini tatdık. Tabi hepsini tatdık derken biraz abartmış oldum ama en azından hepsini gördük ;) Ben genelde tatlılarla, özellikle de tiramisularla ilgilendim.
   Peki biz neyle katıldık International Dinner'a ; tarhana çorbası, ayran, çakma külbastı(fırında az tavuk bol patatesle yapılmış) he bir de Semila'nın uydurduğu pudingli mozaik pasta tatlısıyla. Vallahi bu yabancıların eli pek açık herhalde bayağı bol bol hazırlamışlar herşeyi ne kakaodan kısmışlar ne undan ne peynirden, biz zaten malzemeleri bulsak kendimize neler neler yapacağız diye diye elimizdekileri  paylaştık , bunlar onlara yeter dedik.
   Ayranımız,fırında yemeğimiz,Semila'nın tatlısı kapış kapış gitti de tarhana biraz talihsiz kaldı,aslında bizim hatamızdı, sonuçta insanlar tabaklarına her yemekten azar azar alıp koyuyorlardı, çorba bu durumda bizim düşünememizden dolayı saf dışı kaldı.
   Fotoğraflarımızı çekildik, ayranımızın tarifini verdik, tiramisuları hapır hupur götürdük, miğdeyi ağzına kadar doldurduk, hatta ertesi gün için tirmisu stoğu bile yaptık.
 Yedik içtik sıra eğlenceye geldi. Tarkan'ın ''Kiss kiss'' şarkısıyla bayağı coştuk, küçük bir horon denemesine giriştik ama bu kısmı değil yazmak hatırlamak dahi istemiyorum, başarısızlıkla sonuçlandı, neyse geçelim bu kısmı.






 





 
   Bu güzel akşam yemeğinin sonunda farkettiğim bir gerçekliği de söylemeden geçemeyeceğim. Büyük bir kısmı Avrupa'dan gelen  bu öğrencilerin eğlence anlayışı, içebildikleri kadar içip, ne yaptıklarını ne söylediklerini hatırlamayacak kadar sarhoş olmak , sabah saat 5'lere kadar anlamsız ve korkunç sesler çıkarmak. Nerede olduğunu, kim olduğunu unutmakmış. Dün akşam yemekler yendikten sonra, çok güzel müzikler çalındı, ama sanki her cuma günü ortalığı birbirine katan, bağıra çağıra eğlenen bu tipler,  sanki '' bu müzik olmalı, ne yapmalıyız dans mı etmemiz gerekiyor, nasıl yapıcam, ben içmeden dans edemem ki'' diyen bakışlarla ortalığı süzüp durdular. Hallerine çok güldük gerçekten. Biz çay kaşığı tıkırtısına kalkıp göbek atan bir toplumdan geldiğimiz için onların dün akşamki hallerini bayağı garipsedik. Bu sebepten gece erken bitti. Masalar temizlendi, kap kacaklar toplandı, müzik kapatıldı, herkes dağıldı.Nereye mi? Çok basit biz odamıza onlar içmeye !! Alkol almayı yadırgadığımdan yada buna karşı olduğumdan değil  bu tepkim ama bunların yaptığı içmek değil alkolle boğulmak oluyor adeta.

Sevgiyle kalın,
Mçitamurunxi
 

10 Eylül 2011 Cumartesi

OLOF PALME / Bilinmesi gereken bir hayat....

“Filistin’den Sahra çölüne, Güney Afrika’dan Vietnam’a bütün bayraklar bugün yarıya inmeli. Dünyamıza barış getirmeyi amaçlayan Palme, sadece 8 milyon kişilik İsveç’in değil tüm dünyanın lideriydi” Yaser Arafat


Yeniden Merhabalar,
Bir önceki yazımda İsveç'li önemli bir politikacıya özel olarak başlık açmak istediğimi yazmıştım. Evet o kişi, Olof Palme.Yazı , alıntılarla devam edecek.Alıntıları aldığım yazının yazarı için Olof Palme bir kahraman. Gerçekten de hayatını okuduğunuzda ; insanlık için, dünya barışı için,   kendinden çok ötekini düşünmüş olan bu insan , insanlık ve Dünya için güzel hayalleri olan biz gibilerinin en güzel, en cesur, en insan kahramanlarından biri olmalı.


''Palme, Litvanya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Stockholm’de dünyaya geldi. Yıl 1927’ydi ve dünya, kısa süre içerisinde gelecek olan ekonomik buhranın belirtilerini yaşamaktaydı. İsveç, 1. Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını korumuştu. Maddi kayıplara uğramamıştı ama savaşın, üretimi canlandıran etkisinden de faydalanamamanın zorluğunu çekiyordu. Palme, üst sınıf bir ailenin mensubuydu ve eğitimini tamamlamak için Amerika Birleşik Devletleri’nin yolunu tutmuştu.1951 yılında, Sosyal Demokrat Hareket’in öğrenci birliğine girdi. Bir yıl sonra İsveç Öğrenci Birliği’nin başkanı oldu. Palme’nin sosyal demokrasiye kayışı temelde iki sebebe dayanıyor: Birincisi; 1940’lı yılların Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan derin sınıfsal ve ırksal ayırımlar. İkincisi; 1953 yılında, Asya’ya yaptığı bir gezide, emperyalizmin bütün kötü yönlerine gözleriyle şahit olması. 1967 yılında Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Palme, Erlander’in 1969 yılında istifa etmesiyle başbakanlık görevine getirilir. Bu koltuğa, ateşli öğrenci liderliğinden gelen Palme’nin oturması, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, emperyalist batı devletlerini rahatsız etmeye yetmişti. Palme’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin ayrımcı ve emperyalist politikalarına karşı olduğu zaten biliniyordu. Merak edilen şey; yüzyıllardır tarafsız politikası ile tanınan İsveç’in, dünya siyasetinde özellikle batı karşıtı bir pozisyon alıp almayacağıydı.
Palme, göreve gelir gelmez, alışılmış İsveç tarafsızlığının dışında politikalar izlemeye başladı. Batı politik süreci, kendi medeniyetlerinin diğer milletlere yaşattığı olumsuzlukları tartışmaya açan bir yapıya sahip değildi. Palme, dünyanın daha yaşanabilir bir yer haline gelebilmesi için öncelikle üç sorunun çözülmesi gerektiğini savunuyordu; ABD’nin yayılmacı politikası, Üçüncü Dünya Ülkelerinin ekonomik durumları ve ırksal farklılıklar sorunu. Bu üç sorunun çözümüne ilişkin atılacak her adım, emperyalist düzeni temelinden sarsacak hasarlar yaratabilirdi. Palme, kısa sürede özellikle Afrika ve Doğu halklarının idolü haline geldi. Ezilmişler onu seviyordu ama tekerine çomak sokulan büyük devletler, Palme’nin varlığından rahatsızlık duymaya başlamıştı. İşte tam bu yüzdendir ki, suikastın ardındaki güçler yıllar boyunca bulunamamıştır. Palme’nin varlığından rahatsız olan o kadar güç vardır ki…

Palme, sosyal demokrasinin ulusal boyutuyla değil, evrensel boyutuyla da ilgilenmeye başlamıştı. Onun için Vietnam’ın, Filistin’in veya Güney Afrika’nın İsveç’ten herhangi bir farkı yoktu. Palme, ikinci büyük tepkisini Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ı İsveç’e davet ederek koydu. Arafat’ın bir devlet başkanı gibi davet alması, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekti. Çok kısa bir süre sonra, Devlet Başkanı Fidel Castro’nun davetlisi olarak Küba’ya gitti. İkili temaslar sırasında, nükleer silahların üretiminin yasaklanması çağrısı yaptı. ABD merkezli Palme karşıtlığı, İsveç’te de taraftar toplamaya başladı. Sağ partiler, İsveç politikasının git gide Sovyetler Birliği etkisine girdiğini iddia etmeye başladı. Palme, 90’lı yılların başında bağımsızlığını ilan edecek olan Baltık ülkelerine sempati duyan bir politika izliyordu. Palme Güney Afika’da, beyaz ırkın mutlak hâkimiyetini öngören “Apartheid” politikasına da ciddi eleştiriler yöneltmişti. Bu politikaya göre ülke, ırk temelinde sosyal sınıflara ayrılıyor, her sosyal sınıfın hakları da katı şekilde düzenleniyordu. Bu düzenlemenin en tepesinde de “beyaz ırk” yer alıyordu. Palme, dönem dönem Güney Afrika’da mücadele veren zenci çoğunluğun liderlerini İsveç’e davet ediyordu. Palme, 1976 yılına kadar başbakan olarak görev yaptı. Altı yıllık bir aradan sonra, 1982 yılında tekrar başbakan oldu. Sert politikasına kaldığı yerden devam etti. Ajandasının en üst sıralarında, Güney Afrika’da yaşanan ayrımcılık ve İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı şiddet politikası vardı. İsveç, ekonomik olarak da en rahat dönemlerinden birini yaşamaya başlamıştı. Sınırlarını, yaşadıkları topraklardan göç eden mültecilere açma kararı aldılar. Özellikle 80’li yılların başında, dünyanın birçok bölgesinden mülteci, İsveç topraklarına yerleşmeye başladı. Bu mültecilerin arasında Türkiye’den göçen PKK yandaşları da vardı. PKK, İsveç’in bu himayeci politikasından çok iyi yararlandı. Kendilerine tanınan hakları, örgütlenme ve Avrupa merkezli eylemleri yönetmek için kullandılar. PKK’nın terör eylemleri Palme’yi zor durumda bırakmaya başlamıştı. İnsanı sebeplerle kabul edilen mülteciler, başka topraklarda, başka insanların canını yakacak eylemleri planlıyordu. Palme’nin, PKK’yı “terör örgütü” olarak nitelemekten başka çaresi kalmamıştı. Nitekim öyle de yaptı. Örgütün ileri gelenlerinin, İsveç’te bulunmasını engelleyecek düzenlemeler üzerinde çalışmaya başlamıştı. 1986 yılıydı ve bu çalışmalardan arttırdığı bir akşamüstünde, eşiyle birlikte sinemaya gitmişti. Sinema çıkışı, arkasından iki el ateş eden saldırgan, modern tarihin en “insancıl” politikacılarından birinin hayatına son noktayı koymuştu. Palme, halklar tarafından sevilen, yönetimler tarafından nefret edilen bir politikacıydı. Halkının arasında korumasız geziyor, günlük yaşamında toplu taşıma araçlarını kullanıyordu. Suikast sonrası şüpheler birçok kişi ve örgüt üzerine yoğunlaştı. O kadar karışık bir politik yaşamı vardı ki, kimin tarafından öldürülmüş olabileceği hâlâ çözülemedi.
       Olof Palme, geçtiğimiz yüzyılın en önemli politik karakterlerinden biriydi. Adına hâlâ dünyanın dört bir köşesinde anıtlar dikiliyor, sokaklar açılıyor. Barış ve insanlık konulu konuşmaların bir yerinde mutlaka onun adı geçiyor…Ve bütün dünya, bu barış adamının katilinin bulunmasını bekliyor.

İsveç Devleti, soruşturma kapsamında bu güne kadar 50 milyon dolar harcama yaptı
Soruşturma boyunca alınan ifadeler 700 bin sayfayı geçti.
Suikastı aydınlatacak bilgiyi verene 10 milyon dolar ödül var.
“Filistin’den Sahra çölüne, Güney Afrika’dan Vietnam’a bütün bayraklar bugün yarıya inmeli. Dünyamıza barış getirmeyi amaçlayan Palme, sadece 8 milyon kişilik İsveç’in değil tüm dünyanın lideriydi” Yaser Arafat
Palme kendini öne çıkarmayan mütevazı bir insandı. Kuyruklarda dirsek gücüyle öne geçen, her konuda “avanta” peşinde koşan, menfaatini her şeyden üstün sayanlardan değildi. O, köşedeki meyhaneye gidecekse, en güzel masayı önceden ayırtmaz, yavaşça içeri süzülüp “boş yer var mı?” diye sormayı tercih ederdi. Dünyanın neresinde olursa olsun, ezilmiş birileri varsa, Olof Palme için ayrı bir önem taşırdı. İster Pakistanlı ister Güney Afrikalı olsun… İsveç, Olof Palme yönetiminde, dünyada tüm aşağılanan ve işkence gören insanların en yakın müttefiki olmuştu.
18 Mayıs 1983
İsveç’in küçük bir sahil kasabası. Palme, kasaba sakinlerinin sıklıkla ziyaret ettiği bir parkta konuşma yapıyor. Konu: İsveç’te Yaşayan Yabancılar. Konuşma bittiğinde Palme, dinleyiciler arasında bulunan dört yaşındaki bir çocuğu kucağına alıyor. Etraftakiler başbakanın, yabancı bir ailenin çocuğuyla olan bu samimiyetini kaçırmamak için deklanşörlere basıyor. Palme, çocuğu ailesine vermeden önce, eline imza atıyor. Dört yaşındaki çocuk, elindeki imza gitmesin diye günlerce yıkanmıyor. Uzun uğraşlar sonrasında, eline torba bağlayarak banyo yapmayı kabul ediyor. Palme’nin attığı imza onun için çok önemli… Üç sene sonra, Palme’nin öldürüldüğünü duyduğunda çok üzülüyor. Tam 23 sene sonra, hayatında tanışma fırsatı bulduğu ilk devlet adamı olan Olof Palme’nin anısına okuduğunuz yazıyı kaleme alıyor. Olof Palme, benim ilk siyasi kahramanımdı. Ve ben onu her zaman, parkta elime imza atan amca olarak hatırlamaya devam edeceğim.
(İlk Yayın : Esquire) ''


7 Eylül 2011 Çarşamba

İsveç'i daha çok tanıma vakti .....

    Bugünkü yazımın konusunu; İsveç'i, İsveç toplumunu, İsveç yaşam tarzını ve üniversitenin işleyişini anlatan  3 günlük bir ders olan ''İsveç Üniversitesi'ne Giriş'' adlı dersten esinlenerek yazıyorum.
    Bugün bu dersin son günüydü ve dersin konusu İsveç toplumuydu. İsveç hakkında ufak tefek herkesin bildiği güncel bilgilerim dışında, bugün öğrendiklerim İsveç ülkesini gözümde daha net canlandırmamı sağladı.
    Bu yazımı kısa ve  hap şeklindeki  bilgilerle bitireceğim, fakat  özel olarak değinmek istediğim  ünlü bir İsveçli var.Alanım gereği kendisi ilgimi çektiği için,ona ayrı bir başlık açmayı düşündüm.
  •  İsveç deyince benim aklıma ilk gelen  ''Vikingler '' oldu tabi ki.
  • Absolut Vodka
  • Alfred Nobel and Nobel Prices
  • VOLVO
  • Tetra Pak
  • IKEA furniture
  • Barbie and KEN Dolls
  • İsveç insan  haklarına çok önem veriyor ve insanı seviyor.Gelirinin  %1 'ini Afrika ülkelerine yardım için kullanıyor.
  • İsveç'te yaşam süresi uzun (79 yaş -E / 83 yaş-K )
  • Herkes eşit, aynı imkanlara sahip, burada insanlar ''ben en iyisiyim'' demiyor, '' ben de  onlar kadar iyiyim'' diyor.
  • Meslek ünvanlarını kullanmıyorlar. Öğretmenler ilk isimlerini kullanıyor sadece. (Prof. yok , Dr. yok, Sir yok, Mr. and Mrs. yok...)
  • Siyasetçilerin hiçbir özel ayrıcalığı yok. Korumaları dahi yok.(Olof Palme ve Anna Lindh cinayetleri için ayr.bknz.:))  )
  • Burada gerçek anlamda kadın erkek eşitliği mevcut.Her alanda ve her anlamda.Burada bir erkeğin bir kadının kapısını açtığını göremezsiniz.Buraya alışmak için kadınların Feminist gibi düşünmeleri gerekiyor:) muş.
  • Çevre temizliği teknikleri ileri düzeyde.Çöpten ısı enerjisi elde ediyorlar.
  • 9 milyon nüfusa sahip olmakla beraber, %20 gibi bir kesim yerli İsveçli değil.
  • Geri dönüşümü etkili bir şekilde kullanıyorlar.( özellikle bizim bulunduğumuz bölge -Dalarna- bu konuda epeyi iyi bir düzeyde)
  • Ve tabi ki bisikletler :) Eğer İsveç'te yaşıyorsanız, mutlaka bisikletiniz olmak zorunda :) 
Eveeet, şimdilik bu kadar arkadaşlar, daha fazlasını öğrendikçe yazarım.
Sevgi ve dostlukla kalın.

Mçitamurunxi
                                             
                                                                                                  

2 Eylül 2011 Cuma

STOCHOLM MACERASI

        31 Ağustos sabahımız göl kenarında kahvaltıyla başlamıştı. Türk mantığıyla beş dakika içinde karar alıp, hemen sepetlerimizi(poşetlerimizi) hazırlayıp yola koyulduk. Çok güzel bir kahvaltı yaptık, temiz hava yaradı olsa gerek büyük bir iştahla lokmaları indirdik midemize:)Fotoğraflarımızı da çekildik tabi...
        Kahvaltımızdan sonra farkettik ki pazartesi gününe kadar boşuz ve hiçbir planımız yok. Hemen kafalar çalışmaya başladı birkaç kararsızlık anı ve tereddüt, farklı plan önerilerinin ardından günü birlik Stocholm Gezisi yapmaya karar verdik.Hemen yurda dönüp tren saatlerine ve biletlerine baktık. 1 Eylül 3:37 treniyle gidecek 22.11 gece treniyle de dönecektik. Öğlen sularında bilet alım işlemlerimize internet üzerinden başladık. Ve işte benim talihsizliğimiz başladığı anlar da tam o saatlere denk geliyordu.( sonradan farkettim ki talihsizliğim sonradan şansa dönmüş) Esra,Mustafa ve Semila ile planlamıştık seyehatimizi ve herkes biletlerini almıştı. Geriye bir tek ben kaldım, şans bu ya İsveç'in  tren seyehat firmasının dandik sitesi sürekli hata vermeye başladı. Bu safhayı çok uzatmayayım sanırım gece 11.30-12:00 sularına doğruydu hala bilet almak için çabalıyordum.Bu arada yemek yememiş, inadım başıma vurmuş, sinirden ağlayan ve şansına küfreden bir tip düşünün karşınızda.Türkiye'den ,Amerika'dan ve Fransa'dan aldığım yardımlar da hiçbir işe yaramamış, çaresiz,umutsuz ve Stocholm'e gitme isteğim kalmamış bir halde pijamalarımı giyinmiş arkadaşlarıma ii eğlenceler diliyordum. Bu kadar sıkıntı çekmemin tek sebebi aslında benim garantici uyuz bir insan olmam aslında, ama sonunda yapmam gerekeni yaptım, gece 2'de yürüyerek istasyona gittik trenimizi bekledik ve biletlerimizi soran kadına biletimi buradan almak istiyorum dedim. İnternetten 103kr'a alacağım bilet burda birden 250 kr'a çıkmıştı. Ben o parayı verir miyim hayır, sağolsun Mustafa'nın da yardımıyla kadına  hatanın bizde olmadığını, sitelerinin dandik olduğunu 103 kr'dan kuruş yukarı vermeyeceğimizi söyledik:) Sonuçta kadın bana ayrı bir bilet kesti ve 103kr luk biletimle sabah Stocholm'e  yaklaşana kadar rahat bir uyku çektim.Gerisini çok fazla anlatmama gerek yok fotoğraflarımızı konuşturalım;))