19 Ocak 2012 Perşembe

Hoşçakal İstanbul alasmarladık istanbul görüşürüz İstanbul şşşt İstanbul sana söylüyorum görüşürüz !!!!

       Aralık 13' te İsveç'teki odamdan ayrıldım, ayrılış o ayrılış oldu:) Tam 17 gündür yollarda, farklı şehirlerde, farklı evlerde geçti. Son durak İstanbul oldu. Ne 10 gün ne de 20 gün yeter İstanbul için ama bu sefer çok dolu dolu geçti nedense:) Uzun zamandır görüşmediklerim, özlediklerim, beklediklerim, bebekler, büyüyenler, sitemler, telefonlar, mailler,toplantılar,tartışmalar, aldığım kararlar, bundan sonra ne olacak  deyişlerim, son ana sıkıştırılanlar, eğlenceler, İstiklal caddesi..... ler ler lar lar...
      Tüm bu koca  45 günü anlatmak, yazmak isterdim sizlere ama benim tembelliğim yüzünden bunlar sadece  hafızamda ve fotoğraflarımda kalan anılar olacak:) Üzgünüm:)
      İsveç'ten ayrıldığım zaman ,dönüşümde bazı kararlar almış ve kafasında bir takım planları belirlenmiş  bir Ebru olarak geri döneceğimi söylemiştim kendime. Öyle görüyorum ki dar zamanlarda almam gereken kararlar ve yapmam gereken şeyler olmasına rağmen , sonuçta hiç de fena görünmüyor vaziyet. Bence gayet başarılı hatta.
      Geldiğim gün yağmurlu ve karanlık bir havayla karşılamıştı İstanbul beni. Sanki sen de nereden çıktın şimdi, bu ne zamansız geliş der gibiydi. Pek kulak asmadım çünkü onun için değil özlediklerim için gelmiştim. Öyle de oldu , dolu dolu geçirdiğim günlerde yeterince özlem giderdim. Kardeşcağzımla gezdim, kendisine bir kaç güzellik yaptım, bu sene üniversiteyi kazanması için biraz gaza getirdim onu, üni. hayatının güzelliğini ballandıra ballandıra anlattım.En güzeli ise uzun zamandır bir araya gelemediğimiz Burcu'nun Çanakkale'den gelmesi oldu. Burcu, Buket ve Ebru artık bir araya geldiklerinde konuşacak çok şey birikmiş oluyor, hayaller ve hayatlar daha büyümüş oluyordu. Ama biz bu dar zamana bu sefer sıkıntılarımızı sokmadık, eğlendik, horon oynadık, rakımızı içtik, güzel olduk keyiflendik yeri geldi sinirlendik, kızdık  küfür de ettik :))) Sonuçta yine bize dair anılar bıraktık bu şehre ve Burcu Çanakkalesine Buket yurduna Ebru'da evine döndü. Bir daha ne zaman bir araya geleceğimizi bilmeden ama yazın  mutlaka görüşmek üzere hoşçakalın dedik birbirimize.
      Şimdi şöyle İstanbul'a geldiğimden beri neler yapmışım bir sıralamak istiyorum. İlk haftam genelde evde dinlenmekle geçti, ailemle evimle özlem giderdim.İlk hafta sonu Bolu'ya gittim, Laz Kültür Derneği ve Kafkas Dernekleri Federasyonu ile bir ortak akıl arama toplantısına katıldım.2 gün boyunca konuştuk, tartıştık, eğlendik yeni insanlar tanıdım ne güzel insanlar tanıdım.Çok verimli ve bence başarılı geçen bir haftasonu toplantısının ardından tekrar yollara düştük.Dönüş yolunda da çok güldük:)) Daha sonra Kırklareli'ne biricik teyzeciğimi ziyarete gittik annemle. Benim yakışıklı Umut'um büyümüş küçük adam olmuş,  artık Ebru ablasının anlattıklarını dinliyor, onunla oyunlar oynuyordu.Umut'u kapıda gördüğümde zamandan korktum, ne kadar çabuk ilerlediğini yüzüme çarptı.Teyzeciğim bize çok yabancı ve uzak olan bu şehirde yaşamaya alışıyor, en büyük dayanağı olan Umut'unu büyütüyordu. Her ailenin zor zamanlardan geçtiği olmuştur, o da bu dönemi en az hasarla atlatmaya çalışıyor sabırla gün sayıyordu:) Daha çok kalmak isterdim onlarla elbette ama zamanım azdı ve yapmak istediğim şeyler vardı daha, o yüzden tekrar yola düştük geldik İstanbul'a.Aynı günün akşamında Buket'le otobüste buluştuk:))  ( evet otobüste) ve Fuat Saka'yı dinlemeye gideceğimiz Kadıköy Livane'ye geçtik. O çok özlediğim İstanbul boğazının kokusunu da içime çekmiş ve vapur seyahatini de bu arada yapmış oldum. Biraz gezindikten sonra Livane'yi bulduk, bu arada Burcu yola çıkmıştı ve yetişmesini bekliyorduk programa.O da hiç beklemdiğim bir hızla yetişti ve süprizlee geldi masamıza koşturdu:))) O gecenin benim ayrı bir güzelliği de vardı. Çok uzun zamandır karşılaşmadığım çok sevdiğim, benim için değerli bir insan olan Oktay Üst'le karşılaştım. Ne çok şey değişmiş, ben ne kadar büyümüşüm o ne kadar değişmiş şaşırdık konuştuk :)) Gecenin sonu da güzel bitti.Çok fazla ayrıntı vermeyeceğim bu kısım hakkında, gecenin sonu Burcu ve Buket'le aramızda yaşanmış ve bitmiş bir anı olarak kalacak :)) Metrobüs, taksi derkeen hooop evdeyiiz, kapıda kikirdemeler, herkesin uyuduğunu umarak kapıyı anahtarla açmalar ve parmak ucunda odaya ilerlemeler, sonra yatağa nasıl attım kendimi hatırlamıyorum:)) Ertesi gün yine yoğun bir gün olacaktı, Burcu'nun Çanakkale'den arkadaşları gelecekti , benim bir görüşmem vardı derken, kimi zaman korkunç ama sonunda çok güzel biten bir gece daha yaşadık, Niyazi Koyuncu'yu dinledik  tulumun dibine vurduk, horonla sarhoş olduk:)
68'li emekli öğretmen yaşlı devrimci güzel çekmiş he fotoğrafımızı :)) Şerefe kızlar :)
    Tüm bunlar olurken bir yandan da kafamın içi bu yaz yapmak istediklerimle ve yine planlarlar boğuşuyordu. Bir kaç staj yazışması, gelmeyen cevaplar, yapılacaklar listesi,atılacak mailler vs vs derken bitti işte, ne uzatayım şu son haftanın daha yavaş geçmesini isterdim . Şimdi tekrar git, buz gibi bir memleket beni bekliyor, havalanında bekleyişler, tren yolculukları, buzları kıra kıra kaya düşe yürüyüşler, üşümeler, hasretler, alışmalar.... sil baştaaan.... Yapacak birşey yok, belli ki artık benim hayatım hep böyle geçecek.Alışmak lazım bu yolculuklara ve hasretlere:) Şimdi gideriz Falun'a gireriz Britsen'deki odamıza, belki Edgar bizden önce varmıştır yurda, akşama onunla bir kağıt oynarız, ne yaptık ne ettik anlatırız birbirimize, İspanyol kızlar mutfaktadır belki , Karim koca siyah gözlükleriyle ve emzikli anahtarlığıyla  koridorda şapşal şapsal yürüyordur, Çinli kız odasında mı değil mi bilinmiyordur yine, İsveçli kız belki yine krize girmiş odasında ağlıyordur,bakalım orada neler değişmiş biz yokken.Britsen'i de mi özlemişim ne ;))

17 Ocak 2012 Salı

Sivil Anayasa ve Lazlar


''Gelişigüzel karalanmış bir yazıdır''
         Geçtiğimiz hafta Laz kültür derneği ve Kafkas dernekleri federasyonun ortaklaşa düzenlediği bir ”ortak akıl arama” toplantısına katılmıştım. Orada bulunanlar arasında en genç Laz olarak, Lazca dilini ve kültürünü korumak ve yaşatmak için yapılabilecekler listesine ben de kendi çapımda maddeler ekledim. Bu toplantı sırasında tartışılan ve talep edilen en önemli madde ise tabiki Lazca öğretim talebiydi. Aslında kimse cesurca dile getiremese de Lazca eğitim talebi de akıllardaydı, fakat biz Lazlar tarihimizin ve coğrafyamızın bize miras bıraktığı cesareti ve dikbaşlılığı TC’nin kollarında kaybetmeye mahkum bir halk olarak ( önce çuvaldızı kendimize batırmaktan başlamalı işe) bu tarz ”sivri” taleplerin dile getirilmesinin zamanı ve yeri olmadığını söyledik o toplantıda. Üniversitelerde sadece Lazca dili ve kültürü kürsüsü değil Kafkas dilleri kürsüsünün kurulması talep edildi ancak şöyle bir anekdota da yer verildi bu talep dile getirilirken:
Kafkas dernekleri federasyonu, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde bu kürsünün kurulması için geçtiğimiz senelerde bir girişimde bulunuyor.Fakat ünversite senatosu tarafından bu girişim reddediliyor. Gerekçe çok açık ve net: ” Bölücülük”
Aynı toplantıda Çerkez ve Laz halklarının devlet televizyonunda kanal talebi de gündeme getirildi. Bu tarz talepler bizler gibi dilleri ve kültürleri yok olma tehlikesiyle ciddi derecede yüz yüze olan halklar için can kurtarıcı olarak görülüyor, çünkü devletin kanalında yayın yapmak demek, devletin bizleri var kabul ediyor, varlığımıza ve kültürümüze sahip çıkıyor olması demektir ve bu aynı zamanda biz Lazların en büyük sorunu olan bölgede yaşayan Lazların da bu varoluş mücadelesine desteğinin artması anlamına gelecektir. TRT’ye Lazca başvuru için yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmadı. Daha doğrusu talebimiz reddedildi. Çerkezlere ise verilen cevap manidardı !!! ” Yahu Kürtler için zorunlu olarak yapılmış bir durum var ortada, siz nereden çıktınız böyle, onlar için açtık sadece biz bu yolu” vs vs … Hadi canım yolunuza gidin demişler kısaca yani.
Anlatmak istediğim şudur, bizler gibi Çerkes, Laz, Gürcü, Megrel, Rum vs olmayıp da TC topraklarında yaşayan insanların taşıyamadığı kaygıları taşıyoruz. Çünkü bizler farklı dillere ve kültürlere sahip olup ,bu topraklarda bu devletin çatısı altında yaşama talebi olanlarız. Bu devletin çatısı altında yaşama talebi, bu dvletin bizleri anayasasında ve kamu alanında tanımasıyla karşılık bulmalı ve Anayasa’da türkiyede yaşayan halklar tanımına, bu yaşayan halkların dillerine açıkca yer verilmelidir. Çünkü gördük ki çocuklarımıza lazca isimler vermekle, lazca şarkılar söylemekle vs ile olacak iş değildir bu. Bu topraklar üzerinde 7000 yıldır hiçbir yerden dört nala gelmeden yaşayan bir halkı resmi kayıtlarda göstermeyerek, lazca yer isimlerini Türkçeleştirmeye çalışarak, Lazca yayım yapan dergileri kapatarak ( Ogni) ve daha niceleriyle Lazları yok saymaya çalışmıştır. Fakat ne mutlu ki bana 22 yaşında genç bir Laz olarak, belki de Lazcayı konuşup anlayabilen son nesil laz olarak hala şunu söyleyebiliyorum: Bizler ulus- devletin dar kalıplarına sığamayacak kadar kalabalık ve zenginiz ve ben bu zenginliğin bir parçası olmaktan elbetteki gurur duyuyorum.Ve yine ne mutlu ki bana beni görmezden gelen devletimi ben görüyorum ve yaptıklarını unutmuyorum!
Mçitamurunxi